Halden Şikâyet

Forum Tanrısı

Administrator
Yönetici
Bir araya gelen iki dost, meslektaş ya da tanıdık… Bir şekilde yolları kesişen iki insan… Hatta muayene sırasını bekleyen iki hasta ya da durakta otobüs bekleyen iki yolcu… Ortak noktaları nedir sizce? Tek bir ortak noktaları var; o da herkesin bir şeylerden şikâyet ediyor olması. Taksici de şikâyetçi yolcu da… Öğretmen de şikâyetçi öğrenci de… Esnaf da şikâyetçi vatandaşta… Ebeveyn de şikâyetçi çocuklar da… Amir de şikâyetçi memur da… Yöneten de şikâyetçi yönetilen de… En üzücü olanı da herkes yaptığı işten ve mesleğinden şikâyetçi. İmkânları olsa işini/mesleğini bugün bırakıp gidecekler! O kadar şikâyetçiyiz ki mesleğimizi kimseye tavsiye etmiyoruz. Herkes, “Bu iş yapılmaz.” modunda. Bakıyoruz ki yapılan iş veya mesleklerle ilgili bu olumsuz düşüncenin, mesleğin sağladığı kazanç ve itibarla da ilgisi yok. Çok para ve itibar kazandıran mesleklere sahip olanlar da aynı düşüncede. Nereye gitseniz, kime sorsanız, “Ne olursanız olun ama … olmayın.” tavsiyesini duymak olağan. Üstelik herkes her şeyden şikâyetçi. Dert bir-iki değil. Sorunlar baş edilebilecek gibi değil. Hatta öyle ki imkânı, parası, yetkisi, gücü olan daha çok şikâyet ediyor, daha mutsuz. Suçu, kabahati, eksiği, sorumluluğu olan hepten şikâyetçi. İyi de her şey ve herkes mi kötü? Biz (kendimiz) sütten çıkmış ak kaşık mıyız? Bu söylenme, dertlenme, şikâyet etme alışkanlığı bize ne kazandırıyor? Sahi böyle bir alışkanlığımız mı var? Varmış… Nihat Sami Banarlı, “Halden şikâyet, şarkın ezeli dertlerindendir. Âlim, sanatkâr, dindar ve halk olarak eski çağları özleyişle anıp yaşanılan devri beğenmemek kolayımıza gider. Bu ruh haliyle olacak ki, hele son devir Türkçe’sinde ‘Gelen gideni aratır.’ sözü dilden düşmez oldu.” diyor. Öğreniyoruz ki halden şikâyet bizim mayamızda var. Nihat Sami Banarlı’nın bir köşe yazısında (Hürriyet Gazetesi, 08.08.1957), Atabetü’l Hakâyık’ın müellifi Edip Ahmet, Ahmedî ve Fuzuli’den verdiği örneklere bakılırsa kendi döneminden şikâyet etme alışkanlığı bu toprakların suyunu içen herkeste varmış. Banarlı şöyle devam ediyor: “Biz sadece şikâyet ediyor, fakat derdimize çare bulmak için el birliğiyle çalışmıyoruz. Hayatı daha iyi görmeye, hele daha iyi etmeye çalışacak yerde olayları ümitsizlikle karşılayıp uyuşmak bizi en çok sarsan sebeptir. … Halde şikâyet hastalığını bırakıp hep birlikte iyiye gidecek yollara bakmalıyız.” Banarlı’nın bu tavsiyesine kimler uyar, kaç kişi dikkate alır bilinmez ama bir gerçek var ki halden şikâyet bir hayli sâri (bulaşıcı) bir hastalık. Bu hastalıktan kurtulmak öyle kolay değil. Birileri bir şeylerden şikâyet etmeye başlayınca muhatabı da bundan etkilenip kendince şikâyetlenecek bir şeyler bulmakta zorlanmıyor. Daha da acı olan bir şey var ki, kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen, kendi işini güzel yapmayan, mesleğini sevmeyen, kendi eksikliklerini göremeyen insanlar şikâyet etme ve eleştirme noktasında çok daha acımasızlar. Kendisi hakkındaki şikâyetlere kulaklarını tıkayanlar, başkalarından şikâyet etme ve başka şeyleri eleştirme konusunda daha mahirler. Sanki iyi insanlar ve güzel işler giderek azalıyor. Güzellik yok oluyor, çirkinlik artıyor. Oysa güzeli görmek, takdir etmek çok zor değil. Her şeye ve herkese rağmen güzel konuşmak, iyi işler yapmak zor değil. İhmal edene, eksik bırakana, kötü yapana rağmen işini güzel yapmak, mesleğini güzel icra etmek zor değil. Güzellik; sevmek, temiz ruhlu olabilmek ve “iyi”nin sınırları içerisine kalabilmekle mümkün. Bu da hiç zor değil. 08.05. 2024
 
Üst